29 Nisan 2013

DİYET KARDEŞLİĞİ! ;)

Kaç gündür bloga yazı yazamıyorum! İçimden gelmediğinden değil... Birileri yazdığım her yazıdan anlam çıkardığı için! 

Şimdi, sevgili aile dostlarım, arkadaşlarım, takipçilerim... Tabii ki hissetmediğim hiçbir şeyi burada sizinle paylaşmıyorum. Ancak, paylaştığım her şey de hayatımda büyük değişiklikler olduğunu göstermez veya o duygunun uzun süreli benimle kaldığını... =)

Blog yazılarımın aksamaması adına bu açıklamayı yapmayı bir borç bilir, mayıs ayına iki gün kala diyet ve diyet halleri hakkında bir şeyler paylaşmak isterim :) 

Mayıs ayı geldi çattı! Ve zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadık... :) Her pazartesi diyete başladım diye havalı havalı işe giderken, öğleden sonra yediğimiz tatlıyla diyeti bozduk... 

Ve şimdi tabiri caizse paçalar tutuştu! =) 

Yaza sadece 1 ayımız kalmışken son çırpınışlarımızı yapmalıyız! :) Ve 1 ayda 4-5 kilo verebiliriiiiz ;)

Yapmamız gereken tek şey haftanın 4 günü tempolu yürümek ve akşam yemeklerini hafifletmek... 

Sevgili dostum diyetisyenim Serap Tolaz bu konuda bize çok yakında bir destek yazısı gönderecek! ;) 

Haydi! Diyet Kardeşliği! =) 

23 Nisan 2013

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun!


Çocukluk... Ağlarken ve gülerken serbest olduğumuz zamanlar... Sorumluluğun az olduğu, bilinçsizce oradan oraya koşturduğumuz anılar... İlk kalp çarpıntısından ürktüğümüz, geri çekildiğimiz, sonra korkusuzca sevdiğimiz yıllar...
 
Büyüdük mü? Ya da bizi ne büyüttü? Büyümek güzel midir? Büyüdükçe kirlenir mi kalpteki kan? Yetmez mi alınan oksijen ruhu temizlemeye?
 
Yoksa gitmeye karar verince mi büyür insan? Arkasına bakmadığında, göz yaşları az aktığında, yalnızlık acıtmadığında mı büyümüş olur?
 
Neden bilmem... Bugün kafamda bu sorularla uyandım bu güzel güne... Yine okul formamı giyip, servis şoförümüz Ercan abiyle şakalaşıp, arabada şarkılar söyleyip, törene gidesim geldi! Marşlara eşlik edesim, sevip sevilesim, öğretmenlerin şefkatli bakışlarını üzerimde hissedesim geldi...
 
Bugün benim yeniden çocuk olasım, hiç büyümeyen o en sevdiğim yanımla dans edesim geldi!
 
Böyle bir Ata'nın evladı olarak, şükredesim geldi!
 
Bizleri unutmayan, hep çocuk hissettiren, mavi gözlü devi görüp sarılasım ve teşekkür edesim geldi!
 
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız Kutlu Olsun Çocuklar ve Hep Bir Yanı Çocuk Kalanlar!
 
Burcu Çeşit.  
 
 

21 Nisan 2013

Psikoloji:Psikologlar, Estetik Cerrahlar ve Savunma Mekanizmaları


   Adler, 1913 yılında “Bireysel Psikolojinin Uygulanması İçin Yeni Yol Gösterici İlkeler” makalesinde nevrozun tanımını yapar. Nevroz denince insanların “o da ne?”, “nasıl bir hastalık?”, “acaba bende de var mıdır?” endişelerini yaşadığını sıklıkla deneyimledim. Tıp öğrencilerinin her hastalığı öğrendiklerinde, kendilerinde o hastalık semptomlarını hissetmeleri gibi, bizim de nevroz denince aynı şeyden muzdarip olmamız çok tuhaf değil. Freud’un tanımıyla nevroz “en sağlıklı sağlıksızlıktır”. Ama bu makalenin konusu nevrozdan çok psikologların ve estetik cerrahların bizde yarattıkları nevrozdan soyutlanmamızı sağlayan savunma mekanizmaları.
   Adler’e göre nevroz bireyin bir üstünlük duygusu kazanmak amacıyla, kendisini aşağılık duygusundan kurtarmaya çalışmasıdır. Freud’a göre de bu durumdan ancak savunma mekanizmaları kullanarak çıkılır ve bu da çok sağlıklıdır. Ama sağlıklı olmayan şey o savunma mekanizmalarının hayatın her zorlu alanında kullanılması ve en kötüsü de bunun farkında olunmamasıdır. Tüm bunların başlıkla nasıl bir ilgisi mi var?
   Her şeyi bilen bir toplum olduğumuz herkesçe fark edilen bir olgu. En hafif depremde mühendis yerine müteahhitler tarafından yapılan evlerin yıkılıyor olması, özellikle din ve siyaset konularında mikrofon uzatılan her bireyin konuyu “biliyor” olması ne yazık ki bu toplumda çok şaşılacak şeyler değil. ”Bilmiyorum” demenin belki de ayıba yakın bir şey ifade ediyor olması, herkesin hem insandan, hem estetikten anlıyor olması çok kanıksadığımız şeyler. Bir taraftan bakılınca çok normal gözüken bu “biliyor oluş” durumu bir din adamı, siyasetçi, mimar ya da mühendisle beraber olunurken çok problem yaratmasa da aynı şey bir psikolog ve estetik cerrahla olunduğunda biraz daha farklı yaşanıyor.
   Yıllar önce bir televizyon programında yarısından izlemeye başladığım bir röportajda bir hekimin kendisinden bahsederken “ben her yeni hastaya bir hediye paketi açar gibi bakarım” benzeri bir şey dediğini duymuştum ve kendim de her yeni danışana aynı hisle yaklaştığım için televizyonda konuşanın muhakkak bir psikolog ya da psikiyatr olduğuna karar vermiştim.  Bu yaklaşımda bulunan kişinin bir estetik cerrah olduğunu öğrendiğimde de aramızdaki benzerliklerin bundan ibaret olmadığını görüp şaşırmaktan vazgeçmiştim. Gerçekten de sosyal hayatta, muayenehanelerinden çıkan estetik cerrahların ve psikolog ya da ruhsal hastalıklarla uğraşan kişilerin ne kadar görünmez olmaları gerekliliği her zaman dikkatimi çekmiştir. Bazı hastaların sokakta, bir restoranda ya da yürüyüşte estetik cerrahlarını ya da psikologlarını “tanımamaları” çok normaldir. Ama normal olmayan onlarla aynı ortamda olmayı seçip daha sonra da “acaba bendeki arızayı gördü mü?” tavrı ve bu tavrın neden olduğu nevroz ve farklı savunma mekanizmalarının kullanılıyor oluşudur.
Kadınların bir estetik cerrahla aynı ortamda oturduklarında “acaba oramın, buramın gerçekten estetiğe ihtiyacı var mı? Bir estetik cerrah bu kusurumu görebiliyor mu? kaygısı bir psikologla karşılaşıldığında “acaba benim şüphelendiğim “o veya şu problemimi anladı mı?”, ya da “benim analizimi yaptı mı?” kaygısına dönüşebiliyor. Tabii bundan sonra da benlikte yaşanan çatışma duygularını örtbas edebilmek için bilinçsiz olarak devreye sokulan savunma mekanizmaları devreye giriyor. Bastırma, yok sayma, bahane bulma, kendi problemini karşı tarafa yansıtma, karşıt gelme tepkileri gibi...
   Psikologlar da estetik cerrahlar da insandır. Bir kardiyolog ne kadar kalp krizi geçirme ihtimaline sahipse bir estetik cerrah da estetik olmayan ya da gözükmeyen bir uzuvla dolaşıyor olabilir. Psikolog olmak da sorunsuz bir hayat yaşama garantisi getirmez kimseye. Bu mesleklerdeki bireylerin farkı farkında olmaktır. Estetik sorunun da, gelecek kalp krizinin de, kullanılan savunma mekanizmaların da. Tıpkı sağlık konusunda bir lider olan Mehmet Öz’ün kendi hastalığını erken teşhis edebilmesi gibi.
   Hiç bir estetik cerrah ve hiç bir ruh sağlığı çalışanı iş yaptığı saatler dışında ameliyat ya da analiz yapmaz. Sessizce farkında olur o kadar.

Sevgiyle kalın
Uzm.Dan.Psk. Ani Eryorulmaz

15 Nisan 2013

Giderken...

İnsan bazen kendini yalnız hisseder, yapayalnız... Tüm yaptıkları, hissettirdikleri, gözlerdeki ışık hiçbir şey ifade etmez o zaman! Nefes alamaz olur ve vazgeçer... Döner gider... Bir daha geri dönmemecesine... Verdiği şansları birer birer düşünür...
Hakedilmeyen sevgi diye bir şey vardır... Onu görür aniden... Ve bir karar verir! Gitmeye! Ruhen uzaklaşmaya...
Bavulunu hazırlar... Kalbini yıkar, ütüler, tertemiz koyar bavuluna ve gider oradan sessizce!
Karar verirken susturmalı kalbi...
Ve gitmeli oradan, daha fazla yorulmadan...

                                                                                                                 Burcu Çeşit


11 Nisan 2013

Psikoloji: Özgüvenli Çocuk Yetiştirmek

 
Günümüzde anne-babalara nasıl bir çocuk yetiştirmek istiyorsunuz diye sorulduğunda hemen, hemen hepsi sorumluluk sahibi ve özgüveni yüksek çocuklar istediklerini söylüyorlar. Peki, ama bunun bir formülü var mı? Bu özgüvenli çocuk dediğimiz şey nasıl yetiştirilir, bunun için neler yapmak gerekir?

Bu sorunun cevabını bulabilmek için önce özgüvenin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor. Hepimizin anlamını gayet iyi bildiğini düşündüğümüz bu özgüven tam da neleri kapsıyor acaba? Özgüven genel olarak kişinin kendini değerli bulması olarak tarif edilebilir. Kişi inandıkları, kültürü, sağlığı, toplumla, aile içi ve aile dışı ilişkileri sonucunda edindiği izlenimlerle kendini değerli veya değersiz hisseder.(Roberts & Capsi, 2001; Rosenberg)Özgüvenin nasıl oluştuğunu bilince insan ister istemez bunun kalıcı bir şey olup olmadığını bilmek istiyor. Yakın zamana kadar özgüvenin kalıcı bir şey olduğu düşünülüyordu fakat son yapılan araştırmalar özgüvenin kişinin kendisinde gördüğü güçlü yönler, zayıflıklar, yaşam olayları, kişilerarası ilişkiler, sosyal destek, sağlık koşulları, değişen roller ve beklentilerden etkilenerek değişebildiğini bize gösteriyor.(Solomon,1992;Trzesniewski, Robins, Roberts & Capsi,2004)

Ross 2004 de yaptığı çalışmasında etrafımızda bulunan kişilerden aldığımız duygusal desteğin kendimizi ne kadar değerli hissetmemizle ilgili olduğunu söylüyor.

 




Tüm bunlardan çocuğun hayatında ilk güvendiği kişiler olarak anne-babasının ve aile ortamının onun özgüvenini şekillendiren ilk ilişkilerin geliştiği ve oluştuğu yer olduğunu söylemek hiç de zor değil.

Gelelim ilk başta sormuş olduğumuz soruya? Bu işin formülü ne?

Özgüvenli çocuk yetiştirmek için nasıl bir anne-baba olmalıyız?

Uzmanlar çocukların kendilerini değerli hissetmeyi gözlemleyerek ve kişilerarası ilişkilerle öğrendiklerini (Killen & Forehand,1998) ve otoriter ve her şeye izin veren anne-babalık modellerinin düşük özgüvenli çocuklar yetiştirdiğini görmüşler.

Anne- babalık stillerine baktığımızda bunları genel olarak üç kategoride toplayabiliyoruz.

Bunların ilki otoriter ebeveyn tipi. Bu ebeveynler genellikle her şeyin kontrolünü ellerine tutmak isterler. Bu evlerde katı kurallar vardır ve kuralların nedenleri çocuklara açıklanmaz. Çocuk “Peki ama neden?” diye sorduğunda alacağı cevap “Çünkü biz böyle istiyoruz” veya “Çünkü ben böyle dedim ,böyle olacak” türünden bir cevaptır. Bu ebeveynler eleştirel olup, bu evlerde çokça ceza vardır.Bu ailelerde sevecenlik ve sıcaklık pek yoktur.

İkinci olarak inceleyeceğimiz ebeveyn tipi her şeye izin veren anne-babalık modeli. Günümüzde etrafımızda çokça gördüğümüz bu tip anne-babalar çok sevecen ve yumuşaklar. Bu evlerde kural neredeyse yok denecek kadar az veya varsa da çocukların her zaman bu kurallara uymaları beklenmiyor. Bu anne-babalar genellikle çocuklarını ”özgür” yetiştirmek istediklerini söylüyorlar ve bunun için de çocukları için koydukları sınır ve beklentiler minimum düzeyde. Bu evlerde çocuklara seçim hakkı bolca veriliyor fakat maalesef bu seçim hakkı çocuğun seçim yapamayacağı durumlarda bile kendini gösterebiliyor. Üç yaşındaki bir çocuğun gitmek isteyeceği okuldan tutun da boşanan bir ailede çocuğun anne ile mi baba ile mi kalacağı durumlara kadar çocuğa soruluyor. Bu da yine maalesef çocukların kişilikli olabilmeleri için yapılıyor. Bu anne- babalar çocukları biraz büyüyünce onları yanlış ve istenmeyen davranışlarını değiştiremediklerini gözlemliyorlar.

İnceleyeceğimiz son ebeveyn tarzı demokratik ebeveyn tarzı. Bu evlerde çocukların sorumluluk sahibi olmaları ve davranışlarının sonuçlarını görmeleri isteniyor. Çok net çizilmiş sınırlar ve beklentiler var bu evlerde. Çocukların konulan kurallara uymaları isteniyor fakat aynı zamanda bu kuralların nedenleri de çocuklara açıklanıyor. Çocuklar büyüdükçe evde kuralların konması ve sorumlulukların yerine getirilmesi konularında onların da karar mekanizmasına katılmaları bekleniyor. Anne- babalar bu evlerde çocuklarını yanlışlarını yakalamaya çalışmak yerine onların doğrularını bulmaya gayret ediyorlar. Bu evlerde de çocuklara seçim hakkı tanınıyor fakat çocukların yapacağı bu seçimler onların yaş ve gelişim düzeylerine



6 Nisan 2013

41. İKSV İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ...


Müzik duyguların notaya dökülmüş kusursuz hikayesidir. Ruhun bedenden çıkıp uzaklara uçması gibidir. Müzik, dosttur! Kimseyle konuşamadıklarınızı şarkılarda bulmaktır... Bazense kaybolmaktır müzik... Hayatın tam ortasında durup dinlenmektir... 

4-29 Haziran Tarihleri Arasında Gerçekleştirilecek Olan İKSV İstanbul Müzik Festivali Biletleri Satışa Çıktı! Dinlenmek, huzur bulmak, anı yaşamak isterseniz kaçırmayın! 


500'e yakın yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul'da ağırlayacak olan festivalin teması "Zaman ve Değişim"... 

Bu yılki Festivalin onur ödülüyse dünyaca ünlü piyanist kardeşler Güher ve Süher Pekinel'e verilecek! 


Konserlerin gerçekleşeceği mekanlar da harika! Mesela festival bu sene ilk defa Surp Vortvots Vorodman Kilisesi'ni kullanacak... Diğer mekanlar arasında Aya İrini Müzesi, Süreyya Operası, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Galata Mevlihanesi Müzesi, Galata Rum İlköğretim Okulu, İstanbul Modern ve İş Sanat Kültür Merkezi de Bulunuyor... 

Haydi Bilet Alalım! ;)