31 Ağustos 2012

Burcu'dan Mektup Vaar! :) TARKAAAAN! ;)

Harbiye Açıkhava'da Tarkan'ın konseri var haberini duyduğumdan itibaren pusuya yattım:) Ve biletler satışa çıktığı an girdim siteye, buldum güzel yerden iki bilet. Çarşamba günü, annemi de taktım koluma gittim konsere. İşte izlenimlerim:

Tarkan konserlerine gidiş çok enteresandır... Tanıdık birileri var mı diye etrafı kolaçan edersin önce ciddi ciddi... Sonra önde oturan ünlülerin peşindeki kameralar dikkatini dağıtır.  Gözün takılır, bu sefer kim geldi diye bakarsın ön tarafa  :) Ünü hazmedememiş insanların komik tavırlarını izlersin... 
Ünlülerden kayda değer Malkoçoğlu ve sevgilisi Ceylan Çapa vardı en önde... Tabi Malkoç (ben samimi olduğumdan kısaca Malkoç diyorum:)) çok yakışıklıydı her zamanki gibi ;) Konser sırasında bir ara Tarkan "Malkoçoğluuuu!" diye seslendi kendisine... :) 




Tarkan sahneye çıktığı anda gözle görülür bir gevşeme, yanındaki tanımadığın insanla kanka olma hali görülüyor konserlerinde:) Konser başında birbirlerinin yüzüne bakmayan insanlar, Tarkan göründüğü anda sanki kırk yıllık dostmuş gibi birlikte dans ediyor, konuşuyor, şarkı söylüyorlar... Tarkan'ın bir özelliği bence bu... ;)






Ve Tarkan :) Gerçekten Türkiye'nin bir numarası o... Dansıyla, (tek yeni şarkısı olmasına rağmen) şarkılarıyla ve pozitif enerjisiyle ışık saçıyor... Daha ilk şarkıdan itibaren herkesin ayağa kalkıp dans ettiği konserler çok azdır herhalde dünyada :) Tarkaaan diye bağıranların arasında bir ara kendimin de olduğunu dehşetle fark ettim:) Nasıl oluyor bilmiyorum, orada değişiyorum ben de sanki herkes gibi ;)

Tarkan iki kere Orhan Gencebay'ın "Hatasız Kul Olmaz" şarkısını söyledi... Sanki hayranlarına bir mesaj gibiydi şarkı... Geçtiğimiz yıl gözaltına alınması, hakkında çıkan haberler... Hepsine yanıt verdi adeta. Az kalsın şarkıyı söyledikten sonra çıkıp sarılacaktım biz seni her halinle seviyoruz diye :) Tabi bendeki de fazla duygusallık... En ufak şeyde nasıl bu kadar empati yapıyorum anlamıyorum ki :) 

Bu arada, Tarkan'ın bir an önce yeni albüm yapması şart... Özlediiiiik, yeni şarkılar istiyoruuuz :) 
Eğer bu yazıyı şans eseri görüp de okursa, kendisine helal olsun sana! demek istiyorum... 
Helal olsun! Çünkü ben 12 yaşındayken de senin şarkılarını söylerdim, şimdi de söylüyorum hem de benden 20 yaş küçüklerle birlikte... 
İyi ki varsın Tarkaaaaaan ! İyi ki megastarımızsın! ;)



30 Ağustos 2012

GİDİN- GÜRAL AFYON OTEL ;-)


Güral ailesinin yapmış olduğu Güral Sapanca evim gibi. O kadar çok severim, kendimi rahat hissederim ki anlatamam. İstanbul'a sadece bir saat uzaklıkta o cennet mekana gitmek en büyük motivasyonlarımdandır. Bu güzel ailenin, Afyon'da termal bir otel açacaklarını biliyordum. Ve açılış gününü büyük bir heyecanla bekliyordum. Nitekim gittim, gördüm ve hayran kaldım... Sizlerle de paylaşayım istedim;) 

Senelerdir Baden Baden, Karlovy Vary diye dinledik durduk yabancılardan... İddia ediyorum bu otel hepsini solda sıfır bırakmış! Spa'sı, hamamları, odaları, restoranları, oyun odaları... Hepsi muhteşem. Termal otele yaşlılar gider anlayışını kafalardan silecek tarzda her şey. Kendinizi Güral'ın kaliteli personeline emanet ediyorsunuz ve ölmeden cenneti bu dünyada yaşıyorsunuz ;) Oraya gitmişken boş durmadım ;) Spa müdürü Hatice Demirtaş ile mini bir röportaj yaptım... 




Hatice hanım sizden biraz sayısal bilgi alalım mı Termal Spa merkezi hakkında? 

Burası Ortadoğu'nun en büyük Termal Spa oteli olma özelliğine sahip. Toplamda 9500 metrekare Termal Spa alanı. Burada hem otel misafirlerimize, hem dışarıdan gelen münferit konuklarımıza hem de üyelerimize hizmet veriyoruz.  
22 tane terapi-masaj odası var özel ayrı bir alanda. Yabancı terapistlerimiz tarafından yapılıyor masajlar. Fizyoterapi merkezimiz var. Bay Spa, bayan Spa, özel aile hamamları ve karışık alan var. 10 tane hamam ve açık-kapalı olmak üzere 20 tane havuzumuz var.  Hem içeride hem dışarıda 3 tane su kaydıraklı havuz alanlarımız var.  Özel aile hamamlarımızın toplam adedi 8. Bunların 4 tanesi saunalı, 4 tanesi saunasız. Bunları isteyenlere saatlik kiralıyoruz özel olarak. Saunalı olanların saatliği 100 TL, saunasız olanların saatliği 80 TL. 

Afyon Güral'ın yurt dışındaki termal tesislerden ne farkı var?

Biz hem toplantı oteliyiz, hem de bölgenin suyunun özelliğinden dolayı termal spa oteli olma özelliğini taşıyoruz.  

Suyunuzun özelliği nedir?

Bu bölgedeki suyun kükürt, magnezyum, demir, potasyum oranı oldukça yüksek... Ne demektir bu? Her bölgenin kendine ait su özelliği var.  Bu bölgedeki özellikle kemik rahatsızlıklarına, ağrılarına ve cildinize çok iyi geliyor. Romatizma rahatsızlıkları, kireçlenme gibi rahatsızlıklar için her biri farklı derecelerde havuzlarımız var.  Beşer dakikalık seanslar halinde giriyorsunuz.  Burayı aynı zamanda da bir kür merkezi olarak da düşünebilirsiniz.  Çamur bakımlarımız da var.  Suyun özelliğinden dolayı bir de fizyoterapi alanımız olduğu için hem medikal anlamda hem termal anlamda çift destinasyona sahip bir Spa merkez burası.  Suyun mineralleri bakımından oldukça zengin olması da bize artı bir değer katıyor. 

Bilgiler için çook teşekkürler Hatice Hanım... 

Sevgili takipçilerim, gelin beraber inceleyelim oteli ;) 






Oradayken sürekli bir huzur hali hakim yüzünüzde :-) 










Yetmediiii :) Sizler için Turizm Koordinatörün Kamil Berk ile de bir röportaj yaptım ;=) Buyruuun;)



Kaç odanız var?

333 odamız var... 

Ne kadara mal oldu otel ?

Yaklaşık 50 milyon dolar.

Ne kadar zamanda tamamlandı yapımı Güral Afyon'un?

2 yıla yakın bir sürede. 15 Nisan 2012'de ilk misafirlerimizi ağırladık otelde.  


Diğer termal otellerden farkınız nedir?

Biz düşünce olarak yeni bir termal anlayışı getirdiğimizi düşünüyoruz.  Bunun da altını nasıl doldurduk termal deyince daha çok sağlık turizmi akla geliyor ve insanlar mevcut standartlarla yetiniyorlar ve lüksü pek aramıyorlar.  Ama biz biliyoruz ve görüyoruz ki termal turizmde de yetinmeyen ve lüksü arayan bir kesim var.  Aradıklarını bulamadıkları için de pek termal tesislere gelmiyorlar.  Biz bu kitleyi hedef alarak, bu vizyonla kurguladık ve tasarladık oteli.  Termal alanlarda oldukça farklı hem büyüklük olarak hem lüks olarak çok farklı imkanlar sunduk.  Özellikle vurgulamak isterim aile hamamlarımız var.  Çok konforlu ve güzel. Açık-kapalı havuzlarımız var, hem bayanlara özel, hem baylara hem de karışık olarak kullanılabilen.  Bir de fizyoterapi merkezimiz var.

Sapanca'daki tecrübemizi, bilgi birikimimizi özellikle Spa konusunda buraya aktardığımızı düşünüyorum.  Güral grubunun en büyük otelini burada açtık.  Ve inşallah daha farklı otel yatırımlarına da devam edeceğiz.

Türkiye'de gençler termal diyince biraz duraksıyorlar.  Termal oteller sanki yaşlıların geleceği oteller olarak düşünülüyor.  Bu anlamda gençlere neler sunuyorsunuz?

Termal turizm diyince emekliler, yaşlıların gittiği bir faaliyet olarak algılanıyor.  Bizse burada aileleri, gençleri, çocukları her yaş grubundan insana yönelik bu oteli tasarladık.  Özellikle eğlence alanlarına geniş bir yer ayırdık.  Diskomuz, oyun odamız, çocuk kulübümüz, fitness salonumuz, play station odamız var.  Biz her misafirin memnun olacağı şekilde tasarladık oteli. Mesela çocuk sesinden rahatsız olanlar için çocukların girmediği bir salonumuz var. 

Kamil Bey'e de bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim.

Yorgun musunuz, canınız hem eğlenmek hem dinlenmek mi istiyor?  Size bir müjdem vaar... 29 Ekimde Afyon'a uçak seferleri başlıyoooor... Alın bavulunuzu atlayın gidin Afyon'a... Sonrasını onlara bırakın... Güzel salonlarında, her biri tasarım harikası olan kahve fincanlarında kahvelerinizi yudumlarken beni hatırlayın... Ve cennetin tadını çıkarın;) 

Bu aradaaa, Güral otellerinin mutfağı da çok lezzetli haberiniz olsun ;) 











30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN ! ;)


28 Ağustos 2012

Diyete Nasıl Başlarız? Beslenme Uzmanı Serap Tolaz Yazıyor ;)



Serap Tolaz'ı aradığımda cinnet geçirmek üzereydim...
-Seraaaap tartının üzerindeyim bil bakalım ne olduuuuu?
-Ne oldu yavrum?
-Ben kilo veremiyoruuuum:(
-Çünkü diyeti tam yapmıyorsuuun! Çabuk buraya geel !!!
Üzerimde ne varsa atladım gittim ofisine. Aldı beni karşısına yaptı yine meşhur konuşmalarından birini. Konuşma sırasında gözümü gözünden uzaklaştırmaya çalışıyorum.Ay yine yakalıyor ve nasılsa devam ediyor konuşmasına... Nasıl oldu bilmiyorum ama sonunda hipnotize oldum... Başladım diyete... 
Bana acıktıkça blogla ilgilen bile dedi:) Yani bloga sık sık yazı koyuyorsam anlayın ki sık sık acıkıyor Burcu'nuz ;)
Cumartesiden beri diyetteyim sanki bir ay gibi geliyor ama inceldiğimi hissettikçe bırakasım gelmiyor... Kalan kilolarımı eylül sonuna kadar vermek hedef... 
Ee madem beni bu kadar gaza getirdin... Yaz bir yazı da takipçilerimi de hipnotize et dedim :) Kırmadı ;) 
İşte canım diyetisyenim Serap Tolaz'ın hipnotize eden yazısı ;)



YAŞAMINIZI ENGELLEMEYİN ! DENGELEYİN ...



Yaz aylarının sonlarına geldiğimiz şu günlerde, öncesinde yaşadığımız kilo verme sendromu, tatil döneminde alınan kilolarla tekrar gündeme oturmuş durumda. Hatta öyle ki, tüm dertleri unutturacak durumda evdeki tatlı krizleri... Aylarca yüzüne bile bakmadığımız tartımız, evimizde en baş köşeye yerleşmiştir çoktan. Düşüncelerimiz hatırlatır tekrar bize '' acaba filanca kaç kaloridir '' diyerek hesaplamaları.

Ama düşünülenin tam aksine kalorileri hesaba kattıkça, yedikçe yiyesimiz gelir aklımıza bile gelmeyen besinleri. Bir bakmışız kilolarımıza kilolar ilave edilmiş. Yine de vazgeçmiyor, azimle mücadeleye devam ediyoruz kendimizce.

Oysa zayıflamanın tek yolu bugüne kadar yaptığımız yanlışların farkına varmak, o kadar!

Aşk acısıyla yanıp tutuşurken ağzımıza bir lokma bile girmezken, diyete girdiğimiz ilk andan itibaren yiyecekler gözümüzün önünde uçuşur. Diyet kelimesi tatlılarla, abur cuburlarla eş değer hale gelir, yedikçe yeriz ...



Bu durumda ne yapmalı peki ? Diyetten mi vazgeçmeli, yoksa kendimizden mi?

Kendinizden vazgeçmek istemediğiniz kesin, ama diyetle mücadele bir o kadar zor ve keyifsiz dediğinizi duyar gibiyim.

Size tavsiyem;

Öncelikle kendinizle savaşmayı bırakın ve kilolarınızı takıntı haline getirmeyin. Sağlınızı düşünerek hareket edin, sonrasında görselliğin kendiliğinden geldiğini göreceksiniz.
Deney diyetlerden uzak durun, çünkü bizi açlığa mahkum eden diyetler kesin sonuçtan uzaklaşmamıza neden olmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, vücutta yo yo etkisi yapar ve açlık krizine neden olur.
Mucizeler vardır elbette ama bir günde oluşturmadığınız yağları ve kilolarınızı, bir gecede ya da bir haftada  yok etmeniz mucize değil, imkansızlıktır. İmkansız bir şeyi istemek ise,  zaman kaybından başka bir işe yaramaz.
Diyette mükemmeliyetçi olmayın! Arada sırada zaaflarınıza yenik düşebilir, kaçamaklar yapabilirsiniz.Bu durumun sizi diyetten uzaklaştırmasına izin vermeyin, tam aksine kaçamaklarınız size keyif versin ve diyete devamınızı sağlasın. 

Sonuç olarak;

Kilo vermeye çalışmak, yaşamınızı engellemek değil! Denge de tutabilmektir.

İşe ilk önce, sağlıklı yaşama yolunu seçerek başlayın. Hayatınızı gözden geçirin. Önceliğiniz ruh sağlınız olsun, bedensel sağlığınıza kavuşmanız daha kolay olacaktır.
Mümkünse bu yolda tek başınıza mücadele vermeyin. Alışkanlıklarınızdan vazgeçmenin kolay olmadığını biliyorum. 
Kilo verme dönemi bir süreçtir. Bu süreçte sizi doğru anlayacak ve destek olabilecek iyi bir yardımcı seçin.
Ve sabırlı olun ..

Sağlıcakla kalın.
Diyetisyen Serap Tolaz



27 Ağustos 2012

PSİKOLOJİ- AİLE ve EVLİLİKTE GÜÇ DENGESİ/DENGESİZLİĞİ


Evlilik ilişkilerini anlamak ve evliliklerde çıkan problemleri analiz edebilmek için evlilik ve aile içindeki güç çekişmelerini anlamanın önemli bir rolü vardır. Bu makalede aile ve evlilik içindeki güç çekişmelerinin ne olduğu, bu güç dengesizliğinin neden oluştuğu ve bu güç dengesizliğini oluşturan faktörler incelenecektir.



Güç her türlü insan ilişkisinde bulunan bir faktördür. İlişki içindeki gücü, başkalarının davranışlarını etkileyebilme, ilişkideki diğerinin karşı koymasına rağmen, kişinin kendi arzu ve istekleri doğrultusunda davranabilme ve karşı tarafın davranışlarında değişikliğe neden olma olarak tanımlayabiliriz. Evliliklerin nasıl işlediğini anlamak için o evlilik içindeki güç dengesini analiz etmek önemlidir. Aile ve evlilik içindeki gücün eşlerden hangisi tarafından kullanıldığını belirlemek için o evlilikte kararların kimin tarafından verildiğine, paranın nasıl harcanacağına, nerede oturulacağına, çocukların hangi okulda okuyacağına kimin karar verdiğine ve bu kararların nasıl alındığına bakmak gerekir. 

Aile ve evlilik içindeki güç dengesi ve/veya dengesizliği sadece çiftin birlikteliğinden kaynaklanmaz. Çifti oluşturan bireylerin kendi biyolojik ailelerinden de etkilendikleri yadsınamaz. Biyolojik ailede gözlemlenen problem çözme mekanizmaları bireyin evlilik içerisinde gücü ve evliliğin kontrolünde olma isteği ile yakından ilgilidir. Kontrolü elinde tutmak için fiziksel kuvvet kullanan bir baba ile bununla yaşamak için pasif- agresif bir tutum izleyen bir anne ile büyüyen bir kız çocuğu, kendi evliliğinde de tartışmadan kaçmak için en iyi yolun problem yaratan durumu hiç tartışmadan yok saymak yolunu seçebileceği gibi, tam tersi ilişkideki kontrolünü ve gücü kaybetmemek için karşı tarafa hiç söz hakkı vermeden en “doğru” yu kendisinin bildiğini söyleyecektir. Aile ve evlilik içerisindeki güç dengesini altı ana başlık altında sınıflandırabiliriz. Bunlardan ilki yasal veya meşru güçtür. Yasal veya meşru güç toplum tarafından kabul gören erkeğin evin reisi olduğu veya anne-babanın çocukların üzerinde kontrol sahibi olmaları gerektiğini bizlere sunan güçtür.Meşru, yasal gücü elinde tutan birey diğerini cezalandırma gücüne de sahiptir aynı zamanda. Bu gücün kullanılmasında, etki edilen, yani tahakküm edilen tarafın, içinde yaşanan kültürün de etkisiyle içselleştirmiş olduğu değerlerin de etkisi vardır. Tahakküm edilen taraf, tahakküm edenin “haklı” etki ve gücünü kabul eder. Örneğin erkeğin ailenin reisi oluşu veya evlilikte kocaya itaat etme gerekliliği fikri artık çok da rağbet görmese de toplumda daha dolaylı kurallarla erkeğin hakimiyeti, gücü farklı alanlarda günümüzde de kolaylıkla görülebilir. Çocukların okul toplantılarına gitmenin en “batılı” kültürlerde bile genellikle kadının rolü olduğu düşünülürse erkek ve kadın olmanın evlilikte gücü elde tutmakla halen ilişkili olduğu söylenebilir. 
                                               


Bilgi gücü olarak adlandıracağımız ikinci güç çeşidi de ailede bir bireyin herhangi bir konuda diğerlerine göre daha bilgili olması ile ilgilidir. Örneğin aile içinde elektronik eşyalarla ilgili daha bilgili olan kişi ,bilgi gücünü elinde tuttuğu için aile için gerekli bir elektronik alet alındığında bu aşamada karar verici merci olacaktır. 

Bir başka güç çeşidi de aile içinde sevilme, değer verilme ile ilgilidir. Sevilme-kabul görme gücü olarak adlandıracağımız bu gücü aile veya evlilikte elinde tutan birey diğer eş tarafından memnun, mutlu edilmeye çalışılır. Örneğin kadının sürekli olarak eşini rahat ettirmeye çalışması, evde sürekli onun sevdiği yemeklerin pişirilmesi gibi.Aile ve evlilik içinde görülen bir diğer güç de zorlayıcı güçtür. Bu gücü elinde tutan birey diğerini karşı çıksa da zorlayıcı, kabul ettirici bir tutum izler. Bu güç genellikle zorlama, agresyon, tehdit içerir. Özellikle orta sınıf ailelerde bu gücü elinde tutan eş diğerini evlilikten ayrılma tehdidi ile kullanır. Özellikle erkek oluşun bir güçle ilişkilendirildiği toplumlarda ve düşük sosyo ekonomik ortamlarda bu güç fiziksel istismar şeklinde kendini gösterir. 





Uzman gücü olarak adlandırılan bir diğer güç de ailede eğitim ve deneyime bağlı olarak aile ve evlilik içinde konuya göre karar verebilmeye yarar. Örneğin arabalar konusunda bilgili bir eş, araba alınacağı zaman karar veren kişi olacaktır. 

Aile ve evlilik içinde görülen bir başka güç çeşidi de ödüllendirici güçtür. Bu gücü elinde tutan kişi diğer eşi memnun eden fiziksel veya psikolojik ödüller ile kendi istediği şekilde davranması için yüreklendirir. Aile ve evlilik ilişkilerinde bireyin diğerini ve/veya diğerlerini etkileme stratejilerini iki eksende inceleyebiliriz. Bunlardan ilki dolaylı/dolaysız ekseni olarak adlandırılabilir. İlişkide etki etmek isteyen kişinin istediğini yaptırtmak için eşine güzel sözler söylemesi, iyi davranması dolaylı etkiye bir örnek olarak verilebilir. Aynı eksen içinde dolaysız etki de kişinin yapılması istediği şeyi karşısındakine sorması, söylemesi şeklinde örneklendirilebilir.

Etki etme çeşitlerindeki ikinci eksen ise tek taraflı/çift taraflı etki eksenidir. Tek taraflı stratejilerde birey karşı tarafı etkilerken geri çekilir, boyun eğer, içine kapanır veya çifti oluşturan bireylerden her biri kendi istediği şekilde davranır. 




Çift taraflı stratejilerde ise eşler tartışır, birbirlerini ikna etmeye çalışır. Dolaylı/dolaysız ve tek taraflı/çift taraflı eksenleri çerçevesinde dört farklı etki etme çeşidi oluşur.Bu dört farklı etki etme şekli dolaysız-tek taraflı, dolaysız-çift taraflı, dolaylı-tek taraflı ve dolaylı-çift taraflı olarak sınıflandırılır. Dolaysız-tek taraflı kategoride etki etmek isteyen eş diğerini suçlu hissettirir, tartışmaya izin vermez ve/ veya mekanı terk eder. Dolaysız-çift taraflı kategoride etki etmek isteyen eş diğerini pohpohlar, gerçek olmayan iltifatlarda bulunur, geçmişte ona yapmış olduğu iyilikleri hatırlatır, yani kısaca kişi istediğinin gerçekleşmesi için dolaysız ve karşı tarafı ikna edecek bir yol izler. Dolaysız-tek taraflı kategoride eş bunu üç farklı şekilde yapabilir. İlkinde isteğinin yapılmasını isteyen eş ağlar, yalvarır, hasta olur, hasta olduğunu iddia eder, güçsüz davranır. Dolaysız-tek taraflı kategoride bir ikinci yol da karşı tarafa kötü sözler söylemek, hakaret etmek, küçük düşürmek,dalga geçmek, onu değersiz hissettirtmektir. Otoriter gücü kullanıp, daha fazla bildiğini iddia etmek, ısrar etmek de dolaysız-tek taraflı kategoride izlenen üçüncü yoldur. Dolaysız-çift taraflı kategoride ise eşler hem dolaylı yollar yerine konuşur, tartışır, pazarlık eder, anlaşmaya ve ortak bir kararda uzlaşabilmek için çalışır. Bu kategoriler arasında dolaysız-çift taraflı dışında kalan tüm seçeneklerde evlikteki güç sadece bir bireyde iken, dolaysız-çift taraflı seçeneğinde gücün evlilik içinde paylaşıldığını söyleyebiliriz. 




Aile ve evliliklerde gücün kimin tarafından kullanıldığını ve bu gücün nereden kaynaklandığını inceleyen araştırmalarda, gücün kaynağının erkek oluş, kültürel faktörler ve daha fazla kaynağa sahip olma ve evlilik ilişkisine daha fazla kaynak getirmekle ilgili olduğu bulunmuştur. Bu araştırmalara göre evliliklerde de “sosyal değişim” teorisi geçerli. Yani Eğer A, B' nin istediği şeye sahipse , A'nın B üzerinde gücü var demektir. Ayrıca A'nın B üzerindeki gücü, B'nin istediklerine farklı yollarla ulaşabilme kapasitesi ile de ilişkilidir.

Yani evlilikte güç denge/dengesizliği para ve malla ilişkili. Bu konuda yapılan farklı çalışmalar da paranın, eve getirilen gelirin önemli bir etkisi olduğu doğrular nitelikte. Özellikle eşlerinden daha fazla gelire sahip erkeklerin evlilikte karar verme gücünün daha fazla olduğu araştırmalar sonucunda kanıtlanmış. 

Eve getirilen gelirin yanı sıra kişinin mesleğinin kendisine sağladığı prestij ve eğitim düzeyinin yüksek oluşunun da evlilikte gücü elde tutma ile orantılı olduğu yapılan farklı araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bir bulgu. 



Evliliğe getirilen kaynakların gücü belirlemede önemli bir yeri olsa da , evlilik içerisinde getirilen kaynağın diğer eş tarafından değerli bulunup, bulunmaması da gücün kullanımını etkileyen bir faktör olarak çıkıyor karşımıza. Bu konuda yapılan araştırmalar özellikle evlilikte kadının gücünün evde yapılan işin değerli görülüp, görülmemesi ile ilişkili olduğunu gösteriyor. Kadının gelir getirmese de evde yaptığı işin-ev işleri, çocuk bakımı- değerli görüldüğü durumlarda, evlilik içindeki gücünün de yüksek olduğu görülüyor. 

Aile ve evlilik içindeki güç dengesini ekonomik kaynaklarla açıklamanın yeterli olmadığını düşünen farklı araştırmacılar yalnız ekonomik güç, eğitim düzeyi ve mesleğin değil çekicilik, sevilen ve kabul görülen bir birey olmanın da evlilikteki güç dengesini değiştirip, değiştirmediğini araştırdılar. Bu çalışmaların sonuçlarına bakıldığında, kadınlarda “çekiciliğin” önemli olduğu, gücün ne kadar çok arzu edilir, evlenilmek istenilen kişi oluşla ilgili olduğu görülüyor. 




Evlilikte gücün hangi eş tarafından elde tutulmasını “ en az ilgilenen” prensibiyle açıklayan bir başka çalışmaya göre de evliliği sürdürmekle en az ilgilenen kişi o evlilikte gücü elinde tutan ve kullanandır.Bu gücün kullanıldığı evliliklerde kendisini güçsüz hisseden taraf evlilikten ayrılmak istediğini söyleyerek güç dengesini kendi lehinde değiştirebilir. Bu prensibe göre bir evlilikte, evlilikle en az ilgilenen kişi ayrılmayı veya boşanmayı isteyerek kendi güçlü konumunu daha da pekiştirebilir. Evliklerde güç denge/dengesizliğini belirleyen bir başka faktör de evliliğin içinde yaşandığı kültürel ortam. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Danimarka, Belçika Yunanistan ve Yugoslavya gibi farklı ülke ve kültürleri inceleyen bir çalışmada, evlilikte gücün getirilen kaynaktan ziyade, o evliliğin yer aldığı kültürden etkilendiği görülmüş. Yani getirilen kaynak ne olursa olsun, o evlilik ataerkil bir toplumda ise güç erkektedir, eşitliğin daha önemli olduğu toplumlarda ise güç eşler arasında dağılmıştır. 
Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri ve İskandinav ülkelerinde yapılan araştırmalarda karar verme mekanizmaları kadın-erkek tarafından paylaşılsa da, daha eşitlikçi olan İskandinav ülkelerinde evlilikte gücün daha eşit bir şekilde paylaşıldığı görülmektedir.

Modernliğin ve gelenekselliğin bir arada yaşatıldığı Türk toplumunun da içinde bulunduğu Müslüman ülkelerde yapılan araştırmalara göre diğer ülkelerde görülen “ataerkil” ve “eşitlikçi” düzenlerin yanı sıra, bu tip ülkelerde “modern bir ataerkil” düzenin hakim olduğu görülüyor. Kadınların iş dünyasına katılmaları ile birlikte daha paylaşımcı evliliklerin çoğalmasına neden olan bu “modern ataerkil” yapılanma gücün yalnızca erkek tarafından kullanılmasına engel olmakta ve böylece evlilikteki, gücün kadın ve erkek tarafından daha fazla paylaşıldığına işaret etmektedir. 




Ortak karar verme mekanizmalarının oluşturulabildiği, gücün bir birey tarafından elde tutulan değil de paylaşılan bir faktör olduğu evliliklerde, iş gücünün de paylaşıldığı görülmektedir. Hangi evliliklerde gücün paylaşıldığını araştıran çalışmalarda, kadının kariyerinin nasıl algılandığının evlilikte gücü paylaşma ile doğrudan ilişkili olduğu gözlemlenmiş. 

Evliliklerde farklı faktörlerle -eğitim, gelir, meslek, çekicilik, güzellik, kabul görme, kültür- değişen güç dengesizliğinin, yirmi birinci yüzyılda yerini daha paylaşılan bir güç dengesine bıraktığı yadsınamaz bir gerçek. Gücün tek bir eşte olduğu ve gücün paylaşıldığı evlilikleri inceleyen çalışmalarda gücün tek eşte olduğu evliliklerde özellikle kadınların fiziksel ve ruhsal sağlıklarının olumsuz olarak etkilendiği görülmüş. Evliliklerinde gücü elinde tutan kadınların daha az stresli oldukları ve bu kadınlar arasında depresyonun daha az görüldüğü, gücün dengeli dağıldığı evliliklerde kadına karşı şiddetin daha az olduğu, fiziksel ve sözel şiddetin eşitlikçi olan evliliklerde daha az rastlandığı yapılan farklı araştırmalarla kanıtlanmış gerçekler olarak çıkıyor karşımıza. 




Evliliklerde güç dengesi-dengesizliğinin evlilikteki tatmin ve evlilikteki mutlulukla ilintili olduğu da bilinmesine rağmen bu konuda yapılan araştırmaların sonuçları çelişkili. Erkeklerin egemenliğinin hüküm sürdüğü evliliklerin daha mutlu olduklarını söyleyen eski araştırmalara rağmen yirmi birinci yüzyılın başında yapılan bir araştırmanın sonucuna göre daha eşitlikçi evliliklerin daha mutlu evlilikler olduğunu öğreniyoruz. Hangi evlilikte gücün paylaşılabileceğini araştıran bir başka çalışmanın sonucuna göre evlenen kadın ve erkek birlikte başladıkları hayata maddi ve maddi olmayan çeşitli kaynaklar getirirler. Bu kaynaklar evliliğe girilmeden önce her iki eş tarafından görülen ve o eşi seçmede etkili olmuş olan kaynaklardır. Kadın ve erkeğin güzelliği, çekiciliği, zekası, mesleği, geliri bu seçimi yapmada etkili olmuştur. İçinde yaşanılan toplumun da etkisiyle evlenen çiftin kafasında bir “ideal” eş-evlilik resmi de vardır. Bu değişkenlerin toplamı evlilikte eşlerin gücü nasıl paylaşacağına veya paylaşamayacağına etki eder.

Evlilikte güç dengesi araştırılması zor bir konu olsa da farklı disiplinlerden araştırmacıları ilgilendiren bir konudur. Evlilik kurumu var oldukça güç denge ve/veya dengesizliği hep var olacaktır. Bu makalede bu güç denge-dengesizliğini irdeleyen, bunun nedenlerini araştıran farklı çalışmalardan örnekler vererek bu dengesizliği yaratan faktörlerin önemli olanlarını derlemeye çalıştım. Son yıllarda bu konu ile ilgili yapılan araştırmalar çoğalsa da farklı disiplinlerden ve farklı ülkelerden gelen araştırmalar çoğaldığında bu dengesizliğe neden olan kişisel ve kültürel faktörlerin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. 

Uzm. Dan. Psikolog Ani Eryorulmaz

26 Ağustos 2012

Burcu'dan Mektup Vaar! :) - Ünlü olduuum! :)



Mikrofon bana uzatılmış, karşımda kamera, arkamda kameraya çıkmak için ittiren yurdum insanı ve ben... Bu anı unutmayın, şimdi size öncesini anlatacağım :)

Canım arkadaşım Sedef Gazioğlu, beni aradığında bayramın üçüncü günüydü ve ben İstinye Park kalabalığından bunalmış ortada dolanıyordum... "Bayramın kutlu olsuuun" diyen samimi sesini duyunca vücudumun tekrar enerji topladığını hissettim... Ve tüm şekerliğiyle başladı anlatmaya... Son sorusu can alıcıydı :) "Cumartesi maça gidelim mi Burcu? Kadınlara ve çocuklara bu maç... Çok güzel olur. Zaten seni de çok özledim..." diyordu telefondaki capcanlı sesiyle... Hiç düşünmeden "Tamam!" dedim.

Cumartesi maça gitmek için arabamı onun evinin önüne koydum... Ortaokuldaki canım sıra arkadaşımla aynı arabada yanyana Fener formalarıyla maça gidiyor olmamıza hem duygulanıp hem gülerken, Sedef "Burcu, hani bizim kanal var ya TV EM, spor muhabiri arkadaşım aradı canlı yayında yorum almak istiyormuş, sen de gelir misin?" dedi. Böyle şeylerden çekinen ben, Sedef'in rahatlatan, tılsımlı, capcanlı ruhu sayesinde yine düşünmeden "Eveet." dedim... ( Bu arada Sedef'in "bizim kanal" demesinin sebebi kendisi o kanalda çok başarılı bir program hazırlayıp sunuyor!) 


Maçı Fenerium Üstten izledik. Üstlerde olmanın bir faydası var her yeri rahatlıkla görüyorsun. Size biraz maçın atmosferini anlatıyım:

Ben böyle eğlenceli maç görmedim... Bu maç o kadınlar sayesinde kazanıldı ben size söyleyeyim! Kardeşim, bir dakika mı susmazlar... Her pozisyonda çığlık atıp seviniyorlar. Bizim kaleciye top geliyor mesela, sanki gol atmışız gibi bağırmaya başlıyorlar... Tam Sedef'le bir şey konuşuyorum... Ay kesin gol oluyor derken bir bakıyorum basit bir pozisyon varmış:) Erkeklerin izlediği maçlarda erkek seyirciler ortamı bazen o kadar geriyor ki ben bile ağzımdan kötü kelimeler kaçırabiliyorum sessizce :) 
Ama bu maç çok rahatlatıcıydı... Futbolcular da böyle rahat seyirci karşısında rahatladılar ve stressizce yendiler... Şaka şaka! Şimdi erkekler bana kızar ;)

Bir de gol olunca çok eğlenceli bir durum çıkıyor ortaya... Bütün kadınlar, ama hepsi kalkıp dans ediyorlar... Nasıl eğlenceli anlatamam :) Bir de sıcaktı ki... Kadın kadına hamam sefasına gelmişiz gibi hissettim! :) 

Bir ara "Aykut söyle, Alex nerede" tezahüratları yapıldı... İki dakika sonra, hemen üzerimizdeki kolonlardan bir ses gürledi... Kendimi, pazartesileri okul töreninde İstiklal Marşı sırasında konuşup gülmüşüm de müdür tarafından azarlanıyormuşum gibi hissettim... Bütün kadınlar şaşkın, sus pus oldu... Aziz Başkan konuşuyordu! :) Sonrasında, zaten anlaşılır herhangi bir tezahürat duymadım. Hiçbirimizin sesi korkudan dışarı çıkmıyordu ki! Hani annesinin "Cıssss" dediği şeye dokunurken yakalanan çocuklar var ya, öyle bir mahcubiyet vardı yüzümüzde...  :)

Maçtan 5 dakika önce çıkıp canlı yayın alanına gittik... Canlı yayına son 2 dakika dediler... Allah'ım bende heyecan yok... İşin komik tarafı ne diyeceğimi de bilmiyorum. Tek sorduğum "zayıf çıkıyor muyum?" oldu :) Bilinçaltı işte :) 

Yayını anlatmıyorum... Siz izleyin ve yorumlayın ;) 





Bu arada, can arkadaşım Sedef Gazioğlu'na hayatımda böyle güzel bir tecrübe yaşattığı ve ruhuma neşe kattığı için teşekkür ederim ;) 


25 Ağustos 2012

Biliyor muydunuz?- Sosyal Medya Zenginleri 4 ;) PINTEREST- BEN SILBERMANN



Pinterest'in kurucusu

Pinterest: Kullanıcıların internette buldukları güzel şeyleri paylaşmalarını ve organize etmelerini sağlar.

Kullanıcılar diğerleri tarafından yaratılan panoları takip eder ve ilginç bulunan şeyler insanları birbirine bağlar.
Kullanıcı sayısı: Yaklaşık 20 milyon 
Şirketin değeri: 1 Milyar dolar 

Hakkında: Ben Silbermann, küçüklüğünden beri koleksiyon yapmayı çok severmiş. Pul koleksiyonu bile varmış. :) Mezun olduktan sonra Google'da çalışmaya başlamış. 

Business Insider dergisine verdiği röportajda Google'da çalışmanın kendisine farklı bir vizyon kazandırdığından bahsediyor... Orada görsel tasarımlar yaparken büyük düşünmeyi öğrenip insanların ortaya çıkardığı müthiş ürünlerin de farkına varmaya başladığını anlatıyor. 

Silbermann daha sonra, Google'dan ayrılıp insanların koleksiyonlarını sergileyebilecekleri dijital bir ortam yaratmak için Pinterest'i kuruyor. Ve 200 arkadaşına elektronik posta yoluyla Pinterest'i gönderiyor. Ancak bir türlü istediği ilgiyi göremiyor. İlk bir sene neden vazgeçmedin sorusuna, samimiyetle "İnsanlara, batırdık diyemezdim, çok utanç verici olurdu... Ayrıca Google beni asla işe almazdı" diye yanıt veriyor... 

Aylar sonra Pinterest'e ilgi artmaya başlıyor. 2011 haziranda medya da yazılarında yer veriyor. Ve Pinterest bugün 20 milyon kullanıcıya ulaşıyor! 
Silbermann'ın da belirttiği gibi, bu bir gecelik bir başarı hikayesi değil...




Ben de okuduğum makalelerden sonra şunu diyebilirim:  Bu, sabrın ve azmin zaferi ;) 


Burcu'dan Mektup Vaar ! :)


Kendime hep çok gülerim... Ortaokul ve lise yıllarım saçlarımla başa çıkmaya çalışmakla geçmişti... Kıvırcık saçlarımı nereye koyacağımı bilemeden dolaşırdım ortada... Hoş! Tamamen kıvırcık olsa neyse... Dalgalı bir yapısı vardı... Ve saçımı hangi tarzda toplasam mutlaka antenlerim çıkardı. Annem, kızım çok güzelsin derdi... Ben aynaya baktığımda aynı şeyi düşünemezdim... Eve gelip aynada minik bir hayvanın(!) trene baktığı gibi bakıp güzel miyim diye kendimi incelediğimi hatırlarım :) Hatta bu yüzden ödevleri yapmaya hep geç başlardım:) 

Ayazağa Işık Lisesi mezunuyum... Kampüsü geniş bir okuldur kendisi:) Öğlen teneffüslerimiz 50 dakikaydı... Yemekleri alır (çitlembik gibi bacakları olan bir arkadaşım vardı, sürekli patates kızartması yer ama hep zayıf kalırdı... Selam olsun kendisine! Ben de o patates kızartmalarından bir gün yesem 1 kilo alırdım), hava güzelse çıkardık dışarıya... E tabi popüler erkek grubu vardır ya her okulda... Hani onlar böyle okulun en merkezi yerinde durur oradan geçen kızlar hakkında dedikodu yaparlar... Biz de bahçede gezerken onların önünden geçerdik mecburen... Allah'ım her geçişimde mi ayağım takılır... Her geçişimde dikkatlerini çekmemek için yavaşça önlerinden yürürken ayağım takılır, hepsi bana bakardı :) Ben de bir kaç adım sonra basardım kahkahayı... O popüler dediğim erkek grubunu o yaşta nasıl gözde büyütürse insan... Şimdi karşılaşıyorum, hepsi kel ve fodul olmuş :) 

Üniversitede Sabancı'daydım... Haftanın üç günü yurtta kalıyordum.  Soğuk kış günleri yurt ile ders binaları arasında yürürken donardık... Hatta bir bölüm vardı yemin ediyorum hortum kadar güçlü savururdu insanı... İşte orada zamanında o patates kızartmalarını yediğime hep şükrettim... Çünkü 0 beden arkadaşlarımın hepsi hortumun etkisiyle oradan oraya savrulurken ve dersliklere uçarak giderlerken, ben ayakları yere basan güçlü bir Zeyna gibiydim :) 

Sabancı'da da ne zaman bana yakışıklı gelen, cool görünümlü tiplerin önünden geçsem ya ayağım burkulurdu ya da bir şeyi dökerdim :) Allah'ım hele amfiler... Hoca ders anlatmaya başladıysa, sessizce içeriye girmeye çalışırsın... O amfilerde her şey yankılanır ya... Midenizden çıkan sesler bile bir melodi olur dağılır herkesin kulağına :) Ben de ne zaman girsem içeri (ki bu sefer lisedekinden daha cool, saçlarımla barışığım çünkü antenler uzamış ve ben jöleyle fönü keşfetmişim), mutlaka ya kalemlerimi düşürürdüm ya koltuğum gıcırdardı ya da diyetin etkisiyle midem guruldardı... E tabi çıkardığım küçük sesten dolayı bana bakan cool görünümlü cadılar tepeden süzer, sempatik olan şekerler de gülmeye başlarlardı... 

Blog aslında bir internet günlüğü ya... Sizinle bir şeyler paylaşasım geldi... Ayşe Arman'ın kitabının başlığındaki gibi kimse okumazsa ben okurum misali :) O yılları özledim sanırım... Kahkahalar daha derinden mi atılırdı acaba... Daha sık ağlanır ama daha sık mı gülünürdü aynı zamanda yaşananlara... Değiştim mi? Büyürken hangi huylarımı attım sırtımdan, hangileri kene gibi yapıştılar üzerime... Bilinmez... Ama bu yazıdan çok yazı çıkar... :) Saçlarımı, okuldaki hallerimi, ergenliğimi, şimdiki zamanımı, servis anılarımı sana hep yazarım ben... Eğer istersen sen! ;) 

21 Ağustos 2012

BAYRAM SONRASI JET DİYET :)



Bayramda yedik de yedik hepimiz :) Çok da güzeldi... Yine olsa yine yerim diyenleri duyar gibiyim :) Ama pantolonlar biraz sıkıştırmaya mı başladı... Yüzünüzde karbonhidrat fazlalığından bir şişkinlik mi oluştu... Nereden mi biliyorum? Çünkü hepsini ben de yaşıyorum... =) 
Pazar gününe kadar güzel bir diyet uygulayıp vücudumuza daha oturmamış olan bu yağlardan kurtulmak istiyor muyuuuuz? EVEEEEET =) 
O zaman Beslenme Uzmanı Serap Tolaz'ın bizlere bayram şekeri olarak sunduğu bu 4 günlük diyeti yapalıııım ve pazar günü pantolonlarımızın içinde eskisi gibi rahat dolaşalım ;) Zaten hayatta yeterince üzülecek şey var... Kilo da bunlara eklenmesin diyor ve sözü Serap Tolaz'ın sihirli diyetine bırakıyorum :) 



2 GÜN


SABAH: Kornfleks (4-5 kaşık+ 1 bardak süt) 

ARA: 3 Adet Kuru Kayısı

ÖĞLEN: 3 Köfte kadar et + Domates söğüş

ARA: 1 porsiyon meyve ya da 2 top dondurma 

AKŞAM: 3 Köfte kadar et + 1 kase yoğurt

GECE: 1 porsiyon meyve 


2 GÜN 


SABAH: Kornfleks (4-5 kaşık + 1 bardak süt)

ARA: 1 porsiyon meyve


ÖĞLEN: Sebze Yemeği (7-8 kaşık) + Yoğurt


ARA: Yarım paket Kepekli Bisküvi


AKŞAM: Sebze Yemeği (7-8 kaşık) + Yoğurt


GECE: 1 porsiyon meyve



Herhangi bir sorunuz varsa ben burdayım :) Hemen Serap Hanım'a sorar cevabını yazarım... 

4 gün sonra görüşürüz ;-)