2 Kasım 2012

PSİKOLOJİ-SÜRDÜRÜLEBİLİR EVLİLİKLER HAYAL Mİ?



Yapılan son araştırmalar, ülkemizde de, tıpkı batılı toplumlarda bu yüzyılda görüldüğü gibi boşanma oranlarının hızla arttığını göstermektedir.Bu araştırmalara dikkatlice baktığımızda geleceğin aile modeli için çok da olumlu şeyler söylemek pek mümkün değil. Zira Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan araştırmalar evliliklerin neredeyse yarıya yakınının boşanma ile sonuçlandığı, bunu takip eden ikinci ve üçüncü evliliklerin de boşanma oranlarının yüzde yetmişin üzerinde olduğunu göstermektedir. Boşanmanın gerek evliliği oluşturan yetişkinler, gerekse bu evlilik içinde büyüyen çocuklara olan etkileri araştırıldığında, toplum sağlığı için, maalesef çok parlak öngörülerde bulunamıyoruz. Boşanan bireylerin evli olanlara oranla daha fazla fiziksel rahatsızlıklar, bağışıklık ve şiddet problemleri gösterdikleri (Bloom et al.1978); boşanan ve aynı zamanda boşanmadan fakat aralarında ciddi problemler yaşayıp evliliklerini sürdüren çiftlerin çocuklarında da daha fazla davranış bozuklukları, düşük akademik performans , gelişim problemleri gösterdiklerini görüyoruz (Cowan & Cowan 1987). Bu yetişkinlerin hayatlarından, arkadaşlıklarından daha az keyif aldıkları, kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğu ve hayatla baş etme yetilerinin efektif olmadığı da yine bildiğimiz gerçekler arasında.Tüm bunlar bize toplumun giderek daha sağlıksız bir yapıya doğru yol aldığını göstermekte. Peki bunu durdurmanın bir yolu yok mu? 

Boşanma oranlarındaki bu artışı durdurabilmek için, evliliklere bir göz atmak gerekiyor. Hangi evlilikler boşanma ile sonuçlanıyor? Hangi evlilikler sürdürülebiliyor? Araştırmalar bize evliliklerin uzun süreli olup, olamayacağını belirleyen bazı ip uçları veriyor (Robinson 1991). Buna göre önce çiftlerin ortak bir değer yargı sistemine sahip olmaları gerekiyor. Her iki tarafın da aynı değerlerinin olması işi çok kolaylaştırıyor. Bu konuda yaşanan en önemli sıkıntı bireylerin kendi değerlerinin farkında olmamaları. Bir örnek vermek gerekirse, dürüstlüğe önem verdiğini söyleyen bir tarafın, çıkarları söz konusu olunca bu değerinden vazgeçebiliyor oluşu, bu bireyin kendini yeterince tanımadığını gösterebiliyor. Yani aslında burada bahsi geçen aynı değer yargıları söylenen değil, davranışa yansıyan değer yargıları.Bunun dışında çiftlerin tahmin edilebilir, ortak bir rutinlerinin oluşu da evliliğin kalıcılığını öngörebilen bir gösterge. Bayramlarda, özel günlerde, hatta hafta sonlarında, her sabah, her akşam vb. yapılan , önceden tahmin edilebilen- yani her seferinde yapılan- aktiviteler bunlar arasında sayılabilir.



Evliliklerin uzun süreli olup, olmayacağını belirleyen "ortak alan" olarak adlandırdığımız davranışların önemli kısımlarından birini de çiftlerin problem çözme becerileri oluşturuyor. Ortak bir problem çözme becerisi oluşturabilen, bunun üzerinde çalışan çiftlerin evlilikleri de daha kalıcı olabiliyor . Gottman (1984), buna benzer bir çalışma sonucu ile bize üç farklı çift davranışından bahsediyor. Çiftlerin bir problem yaşadıkları sırada, birbirlerini ikna etme miktarı ve buna ayırdıkları süre açısından sınıflandırdığımızda üç tip çift davranışı ile karşılaşıyoruz. " Havayi" çiftler iknaya tartışmanın başında,"uyumlu çiftler tartışmanın ortasında" ikna çalışmalarına başlarlarken, "problem öteleyici çiftler" ise hiç ikna sürecine girmiyorlar. Bu üç evlilik tipi içinde görülen -duyguların ifade ediliş şekli- arasında da önemli farklılıklar görülüyor. " Havayi çiftler" en çok, " uyumlu çiftler" orta düzeyde duygularını ifade ederlerken, "problem öteleyici" çiftlerde duyguları ifade etme oranı minimuma iniyor.

Mahşerin dört atlısı gibi, boşanmaya doğru giden evliliklerin de dört atlıları bulunuyor. Bunlar eleştirmek, savunmaya geçmek,hor görmek (küçük görmek, aşağılamak) ve duvar örmek olarak sıralanıyor (Gottman 1984). Evlilikte çiftler bir sorun yaşadıklarında bunu açıkça ortaya koymak yerine eleştirmek ve /veya hor görmek, aşağılamak şeklinde hayata geçirdiklerinde , diğer tarafın ya savunmaya geçtiğini ya da geri çekilip içe kapandığını görüyoruz. Aslında problem çözme becerileri efektif olmayan çiftlerin sadece bu alanda değil, günlük yaşantıda da (bazen tek taraflı, bazen de çift taraflı olarak ) ilişkilerinde " karşılıklılık" göstermediklerini gözlemliyoruz. Bu da çiftlerin "eşe dönme"- yani eşle ilgilenme, ona olan duygusal yatırımını sürdürme- veya "eşten uzaklaşma" -yani içe kapanıp, duygusal yatırımını çekme- davranışlarında belirleyici oluyor. 


Evliliklerin ömrünü uzatan davranışların başında da "hor görme/ aşağılama/ küçük görme"nin panzehri olan "hayranlık duyma/ beğenme/ değer verme" geliyor. Çiftlerin birbirlerinin yaptıkları ile ilgilenmeleri, yaptıklarına değer vermeleri  ve bunlardan gündelik olarak haberdar olmaları da bir evliliği sürdürebilmenin koşulları arasında yer alıyor. 

Daha çok sürdürülebilir evlilikler, daha az boşanma oranları için evlilik terapilerinin olumlu katkıları yine yapılan farklı araştırmalarla gösterilse de bunun toplum sağlığı için yeterli olmadığı çok açıktır. Evlilik terapilerine başvuran çiftlerin yüzde 75 oranında bundan faydalandıkları, çiftlerden sadece birinin terapiye katılmasının bile evliliklerde olumlu farklılıklar yarattığını biliyoruz. Aynı zamanda evlilik öncesi danışmanlığın evlilik sürecinde yaşanacak problemlerin azaltılmasında büyük yararı olduğu da farklı bir gerçek. Tüm bunların yanı sıra bireylerin kendilerini tanıyabilecekleri aile ve eğitim sistemleri içinde yetiştirilmeleri , toplumun bu konularda bilinçlenmesini sağlayacak evlilik okulları gibi projelerin çoğaltılması farklı çözüm alternatifleri olarak düşünülebilir. Bugün boşanma oranlarındaki artışı konuşmak yerine artık " ne yapmalıyız?" ı konuşmaya başlama zamanı.


                         Uzm. Dan. Psikolog Ani Eryorulmaz 

Hiç yorum yok: